Üniversite yılları…
Türk sinema tarihinin en ilginç filmlerinde biri olan Pardon seyredilmiş hatta yurt odasındaki dostlarıma seyrettirilmiş ve ardından gelenekselleşen aylık “Pardon” izleme seansları ile tüm senaryo hafızaya işlenmiş durumda.
Hoşumuza gitmeyen bir durumda avuçlarımıza şişirerek “Hassiktir beee Rıfat abi” demiş, canımız çok sigara çektiğinde “beni böyle filtreli dertlere gark etme, attır bir cigara” diye dellenilmiş, naber diye soranlara keyfimiz yerinde ise “ambulup gidiyoruz” diye cevap verilerek şaşırtılmış zamanlar yaşıyoruz.
Asuman meselesine hiç girmiyorum… :)
Günler böyle akarken üniversite de, benim duygularımın eksik kalan kısmı ise Gündeste kitabındaki şiirlerde saklı. Ustanın Kalemimin Sapını Gülle Donattım kitabı okunup aklımız başımızdan gitmişken öğreniyoruz ki birde bu günlüklerin şiirleri var. Başlıyoruz aramaya ama ne fayda! İstanbul, Ankara, Kocaeli, Bursa bilumum birçok şehirde revan oluyoruz sahaflara maalesef yok. 1986 ve 1991 basımları adeta karaborsa ve yeni basımı da yok. İnternette, sözlüklerde yazılı birkaç şiiri ezberlenmiş durumda. O dönemlerde Hürriyet Gazetesi yazarlarından Kanat Atkaya köşesinden, “Ne yapalım sen söyle Ferhan Abi? İyi mi böyle? Bırakalım, dağınık mı kalalım? diye sorarken, biz oyunlarında sorduğumuzda ise zamanım yok cevabını aldıktan sonra yapma be Ferhan Usta diyemiyoruz… Çünkü biliyoruz ki sorsak cümleleri ile dövecek bizi.
Nihayet, Kadıköy’de yağmurlu bir kış akşamında ablamı beklerken biraz sahaf gezeyim belki bulurum diyorum ve bir yıldan daha uzun bir zaman sonra çıkıyor karşıma, elimde tutarken bir rüya içinde olduğumu hissediyorum.
Korku içinde yüksek bir fiyat çekmez umarım diye düşünerek çokta istekli görünmeden fiyatını soruyorum ve minik bir pazarlıkla 20 TL’ye ikna ettikten sonra eve nasıl geldiğimi anımsamıyorum dahi.
Tek gecede, odadan çıkmadan bitiyor.
Sonrası 2 yıl kadar benimle sürekli çantamda gezen, her daim baş ucumdan duran bir kıymetliye dönüşüyor. Yıllar sonra Ankara’da Usta’ya imzalatırken nerden buldun sen bunu, bende de yok diyerek şaşırıyor…
Bir nevi gençlik duygularımızın rehberi, merhemi oluyor. Yazılarımıza, duygularımıza ilham alıyoruz. Seviyoruz okuyoruz, içiyoruz okuyoruz, yağmur yağıyor, yolculuğa çıkıyor okuyoruz.
-Üzülüyoruz mesela;
“mutsuzluğun çocuklarıyız biz
sabrımızdan ürküyorlar
yakındır sevinmelerimiz”
-Sınavdan çakınca;
“bugün güzel cahiliz”
-En masum saflıklarımızda;
“salaklılar güzeldir ikindiler misali”
-Uykusuz gecelerin sabahında niyetlenirken bir şeylere;
“yürek paslı
usum ile doğruları
buluyorum usul usul
yüreğimi dinlemeyip
doğrulara eriyorum uslu uslu”
-inançla uyandığımız sabahlara;
“günaydın lan yaşamak”
..diyerek adeta kılıç çekiyoruz.
Her duygumuzun bir karşılığı var satırlarında, hem kitapta hem de gençlik yollarımızda işaretler koyuyoruz.
Boris Vian’ı, Rimbaud’u, Asaf Halet Çelebi’yi, Karl Valenti’ni, Turgut Uyar’ı, Sait Faik’i öğreniyoruz. Nazım’a daha çok sarılıyoruz. Beklemeyi biliyoruz artık, gelmeyecek olsa da… Adına Godot diyoruz, beklemeleri de bekliyoruz.
Usta’nın deyimiyle “tesadüfün iğne deliği” usta ile Ünye ortak yanımız oluyor. Memleket aşkının ayyuka çıktığı yıllarda o Ünye’yi yazdıkça kaçıp kaçıp gidiyoruz…
“ünye kentiyim Pontus mitridat’tan kalma
basamak basamak dağlara tırmanır taş evlerim
her yanından ot fışkıran taş merdivenlerim
çok eskiyim bilmezsiniz
onee kentiyim
yosun kokan bir iskele feneriyim
kimse bilmez ünye’yim”
ve bugünlerde yine satıları umut veriyor,
"çeke çeke götürmeliyim seni
tutup bileklerinden
duvarlara çarpa çarpa
düşe kalka götürmeliyim
seni
yaşamak”
O değilde Ünye’de sonbaharın bir öğle sıcağında seninle bir rakı içebilseydik, ne iyi olurdu be Ferhan abi...
Comments